Ortadoğu’nun kalbi bir kez daha kanıyor. Gazze, gözlerimizin önünde adeta haritadan siliniyor.
Yapay zeka destekli silahlarla, uluslararası hukukun dahi tanımadığı yöntemlerle çocuklar, kadınlar, yaşlılar katlediliyor. Bir halk sadece öldürülmüyor; onuru, geleceği, hatta hafızası da hedef alınıyor.
Peki, bu vahşete kim "dur" diyecek?
Zengin Arap ülkeleri, olan biteni sadece izliyor. Konforlarından, saraylarından çıkmadan basın açıklamalarıyla yetiniyorlar. Ne yazık ki bu bana hep "Sarı İnek" hikâyesini hatırlatıyor. Komşusu alındığında ses çıkarmayanlar, sıra kendilerine geldiğinde artık her şey için çok geç kalmış olacaklar.
İnek hikayesini şöyle bir hatırlatayım,;
Vaktiyle aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. Aslan sürüsünün gözü inek sürüsünde ama inek sürüsü kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü.
Aslanlar açlıktan yorgun, halsiz, güçsüz kalmışlar. Düşünüp taşınıyorlar; sürü kalabalık ve güçlü saldırırlarsa karşılık bulacakları kesin. Çaba sarf etmeden, enerji harcamadan nasıl karınlarını doyurabilirler, bunun yollarını arıyorlar…
Ve aralarında konuşup anlaşıyorlar, içlerinden ineklerin sürüsüne bir elçi gönderiyorlar. Elçi diyor ki;
- Size saldırırsak ne olacağını biliyorsunuz. Mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. Gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın, aranızdan birinin rengi çok sarı, sizden de farklı, bizim de gözlerimizi alıyor. Onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha gelmeyiz. Bundan sonra da güzel güzel geçiniriz.
İnekler düşünmüşler, taşınmışlar, bilge ineğe sormuşlar; “Olmaz” demiş bilge inek, “Aramızdan hiçbirini vermeyin” Ama aslanlar ısrarlı. En sonunda razı olmuş inekler, nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, hem biz de çok yorulacağız. En sonunda peki demiş inekler, bir inekten ne çıkar? Biz büyük bir sürüyüz, bize bir şey olmaz…
Vermişler sarı ineği, aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler, karınlarını doyurup kendilerine gelmişler.
Bir kaç gün sonra aslanlar gene acıkmışlar, yine gelmiş aslanların elçisi ineklerin yanına;
- Aranızda boynuzu kırık bir inek var, sinirimizi bozuyor, verin onu, ne kendinizi ne bizi uğraştımayın demiş…
Barış yanlısı inekler, ikinci tavizi vermişler, o inek de verilmiş. Artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Sürü de günden güne iyice azalmış. Artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar.
Sürünün ileri gelen inekleri, panik içnide tekrar bilge ineğe koşmuşlar. “Biz nerede hata yapıyoruz, sürümüz yok olacak! demişler.
Bilge inek cevabı vermiş, “Siz hatayı sarı ineği verirken yaptınız…
Bugün Gazze... Yarın belki Lübnan, Ürdün, Suriye… Sonra Umman, Kuveyt ve en sonunda Suudi Arabistan... Ve işte o gün geldiğinde birbirlerine şu soruyu soracaklar: "Biz nerede yanlış yaptık?" Aralarından biri sessizce "Biz Gazze’yi vermeyecektik" diyecek. Ama o an geldiğinde her şey bitmiş olacak. Çünkü tarih, sessiz kalanları asla affetmez.
Ancak tüm bu karanlığın ortasında bir umut ışığı var: Türkiye.
Osmanlı’nın son kalesi, tarih boyunca mazlumların sığınağı olan bu topraklar, bugün yeniden tarihî bir sorumlulukla karşı karşıya. Türkiye, yıllarca süren Suriye krizinde ortaya koyduğu diplomasi ve sahadaki güçlü hamleleriyle dünya arenasında önemli bir aktör olduğunu kanıtladı. Savunma sanayisindeki baş döndürücü gelişmeler, insansız hava araçları ve stratejik iş birlikleriyle Türkiye artık sadece bölgesel değil, küresel bir güç olmaya doğru ilerliyor.
Peki, Türkiye bu beklentiyi karşılayabilir mi?
Bence evet. Ama bu süreç, sabır ve strateji gerektiriyor. Öncelikle diplomatik alanda güçlü bir zemin oluşturulmalı. Suriye’de kazanılan saha üstünlüğü daha da pekiştirilmeli. Aynı zamanda bölgede bulunan farklı etnik unsurlar; Türkler, Araplar ve Kürtler bir araya gelerek ortak bir gelecek hayali kurmalı. Çünkü bu coğrafyanın yeniden ayağa kalkması, birlikle mümkün.
Türkiye, Kürtlerle kurduğu koşulsuz kardeşlik köprüleriyle, Arap halklarıyla olan tarihi ve kültürel bağlarıyla bu birliği sağlayacak yegâne ülkedir. Bu topraklar, bir zamanlar adaletin, merhametin ve barışın başkenti olan Osmanlı'nın tohumlarını yeniden yeşertebilir.
Evet, Gazze düşüyor. Ama düşen her şehir, bize bir çağrıdır.
Ve bu çağrıya kulak verecek bir Ülke varsa, o da Türkiye'dir.