Son dönemde ülkemizde meydana gelen korkunç olaylar, toplum olarak bizi derinden sarsmakta.

Gençlere ve çocuklara yönelik istismar ve şiddet vakalarının artışı, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun ruh sağlığını tehdit ediyor. Bahsettiğiniz olaylar, sokak ortasında genç bir kıza yapılan taciz, bir çocuğa yönelik cinsel istismar ve İstanbul’daki vahşi cinayet, insanlığın var olduğu değerleri sorgulatıyor. Toplumsal buhran, endişe ve korku giderek büyüyor. Peki, bu durumun sebebi ne? Neden bu kadar vahşetle karşı karşıyayız? Bu soruları cevaplarken, karşımıza birkaç önemli faktör çıkıyor.

İlk olarak, çocuklar ve gençler üzerinde yıllardır etkili olan bilinçaltı mesajlar konusuna dikkat çekmek gerekir. Oyunlar, çizgi filmler ve medya içerikleri, şiddet, istismar ve ahlaki yozlaşmayı normalleştiren mesajlarla dolu. Bu mesajlar, çoğu zaman göz ardı edilse de, çocukların zihinlerinde derin izler bırakıyor. Bir yandan eğlence adı altında sunulan bu içerikler, diğer yandan toplumda şiddeti ve umursamazlığı besleyen bir unsur haline geliyor.

Subliminal mesajlar, bireylerin bilinçaltına doğrudan ulaşarak, farkında olmadan davranışlarını ve düşünce yapısını etkileyebilir. Özellikle genç zihinler, bu tür mesajlara karşı çok daha savunmasızdır. Oyunlardaki şiddet teması, dizilerdeki ahlaki çöküş ya da filmlerdeki kadına yönelik istismar sahneleri, çocukların şiddeti ve kötülüğü sıradanlaştırmasına yol açabiliyor. Sonuç olarak, şiddet ve istismarın normalleştiği bir ortamda büyüyen çocuklar, birer yetişkin olduklarında bu normlara uygun hareket etmeye meyilli olabilir.

Toplumu bu noktaya getiren başka bir önemli etken de aile yapılarındaki zayıflamadır. Geleneksel aile yapısı, çocuklara değerler ve ahlaki normlar kazandırmak konusunda büyük bir rol oynar. Ancak son yıllarda aile içi iletişim zayıflamış, bireyler arasındaki bağlar kopma noktasına gelmiştir. Ebeveynlerin iş hayatındaki yoğunlukları, çocuklarına ayıracakları zamanı kısıtlamakta ve bu boşluğu medya ve internet doldurmaktadır. Bu, gençlerin kendilerini yalnız hissetmelerine ve yanlış yönlendirilmelere açık hale gelmelerine neden olur.

Öte yandan, toplumdaki ekonomik sıkıntılar, bireylerde derin bir psikolojik buhran yaratmakta. İşsizlik, geçim kaygısı ve geleceğe dair belirsizlik, bireyleri daha saldırgan ve şiddet eğilimli hale getirebiliyor. Bu durumda olan bireyler, en zayıf halka olarak gördükleri kadınları, çocukları ya da masum insanları hedef alarak öfke ve çaresizliklerini dışa vurabiliyorlar.

Peki, çözüm nedir? Öncelikle, çocuklarımızı ve gençlerimizi medyanın zehirli etkilerinden korumamız gerekiyor. Onlara sağlıklı, ahlaki değerlerle donatılmış bir eğitim vermek, doğru rol modeller sunmak büyük önem taşıyor. Medyanın ve eğlence endüstrisinin bilinçaltı mesajlarına karşı bilinçli bir duruş sergilemek, hem ebeveynlerin hem de eğitimcilerin görevi olmalı. Ayrıca aile içi iletişimi güçlendirmek, çocuklara sevgi dolu bir ortam sağlamak da bu süreçte kritik bir rol oynayacaktır.

Toplum olarak bu tür vahşetlerin önüne geçmek için, sadece bireylerin değil, tüm sistemin sorgulanması gerekiyor. Aileden, medyaya, eğitimden adalet sistemine kadar her alanda köklü reformlar yaparak, insanlık değerlerini yeniden inşa etmeliyiz. Ancak bu şekilde gelecek nesilleri daha güvenli, daha huzurlu bir dünyaya hazırlayabiliriz.